Dil: ‘İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir araç, kendine has kanunları olan ve bu kanunlar içinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli bir antlaşmalar sistemi ve seslerden örülmüş sosyal bir kurumdur’[1]. Dilin, bu tanım dışında başka tanımları da yapılmıştır:
“Dil: İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma." (Türk Dil Kurumu Güncel Sözlük) “Dil: Bir insan topluluğuna özgü olan, o topluluktaki bireylerin duygu ve düşüncelerini anlatmak ve birbirleriyle iletişim kurmak için kullandıkları sesli ve kimi zaman da yazılı göstergeler dizgesi." (Büyük Larousse)
“Dil: Düşünce, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan faydalanarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü, çok gelişmiş sistem." (Prof. Dr. Ahmet Topaloğlu)
“Dil, insanların meramlarını anlatmak için kullandıkları bir sesli işaretler sistemidir." (Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu)
“Dil: İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan sosyal bir kurum ve kendi içinde bazı kanunlara tâbi olan ve buna göre gelişen canlı bir varlık.” (Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş)
“Dil, insan açısından bakınca, insanın dünyadaki yerini ve değerini belirleyen odur. Konuşma yeteneği, dolayısıyla dil, insanı insan yapan niteliklerin başında gelir. Onun duygularını, düşüncelerini, istekleri bütün incelikleriyle açığa vurmasına, yaşamını sürdürebilmesine olanak sağlar.” (Prof. Dr. Doğan Aksan)
“Dil, kendi kuralları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlıktır. İnsanın iç dünyasını ve dış dünyasını birbirine bağlayan en önemli araçtır. Kuşaktan kuşağa aktarılabilen ve toplumun çeşitli özelliklerini yansıtan sosyal bir kurumdur. Kültürün koruyuculuğunu ve taşıyıcılığını yapan temel varlıktır.” (Prof. Dr. Zeynep Korkmaz)
Göründüğü gibi dilin; tanımlarda vurgulanan en belirgin niteliği, konuşma ve anlaşma aracı olmasıdır.
Konuşma ve Anlaşma Aracı olarak Dil
Dil, konuşma ve anlaşma aracıdır. Konuşmanın temelinde ses bulunur, dilin en küçük parçası da sestir. Sesler, dilin kendi yasaları içinde bir araya gelir ve konuşmayı oluşturur. Sesli göstergeler sisteminden oluşan ve kendi yasaları olan dil üzerinde araştırma ve incelemeler yapmak dilbiliminin konusudur.
Dil, anlaşma aracıdır; fakat insanlar arasında anlaşma, konuşmayla sınırlı değildir. Anlaşma, dil dışında çeşitli yollarla; el, kol, yüz, vücut hareketleri, ıslık vb. ile de yapılabilmektedir. Bunlardan başka, insanlar anlaşma aracı olarak, ışık, zil, korna, bayrak, duman, renk, siren, düdük, resim vb. araçları da kullanır. Yazı bu anlaşma araçlarının dışındadır; o da konuşmanın içindedir ve konuşmanın temeli olan sesin sembollerle ifadesidir.
Konuşma yoluyla yapılan anlaşmalarda kullanılan dile “genel dil”, konuşma dışındaki el, kol, yüz, vücut hareketleri; ışık, resim, renk, bayrak, düdük vb. araçlarla yapılan anlaşmalar için kullanılan dile de “özel dil” denir. Türkçede “genel dil” ve “özel dil” kavramları aynı sözle: “dil” ile karşılanır, “lisan” da “dil” yerine eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Konuşma dışındaki özel anlaşma yolları için beden dili, renk dili, işaret dili, program dili... gibi deyimler kullanılır. Bu deyimlerde “dil” kelimesinin kullanılması, benzetme yoluyla yapılan bir aktarma sonucudur. İnsandaki konuşma organı olan dil, anlatma özelliği dolayısıyla diğer anlaşma biçimlerine ad olmuş; renklere, ışıklara, işaretlere, programlara aktarılmış, çok anlamlılık kazanarak mecazlaşmıştır.
“Dil” sözü, “konuşma”yı karşıladığı gibi, tat alma ve beslenme işini gören organ adı için de kullanılır. Temelde organ adı olan “dil” çok anlamlılık kazanarak bu birinci anlamının dışında dilbiliminde konuşma ve anlaşma aracı olan “dil”e terim adı olmuştur. “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır; dili düzgün, dili akıcı, dili anlaşılır, dilini anlayamadım…” gibi kullanımlarda “dil” sözü konuşma ile ilgilidir. Dil kelimesinin hem konuşmayı, hem de tat organı olan ‘dil’i karşılaması yalnız Türkçeye has değildir. Bu kullanım diğer dillerde de vardır.
Dil, insanı diğer varlıklardan farklı ve üstün kılar, “insanların ayrıcalık belgesidir”[2]. İnsan, canlılar içinde en “mükemmel” varlıktır. Buradaki “mükemmel” kelimesini “üstün, gelişmiş, olgun, noksansız” anlamlarda kullanmaktayız, bu bakımdan “noksanlık” diğer varlıklarda, “mükemmellik” insandadır. Faydalı ya da zararlı olanı ayırma, düşünme ve hatırlama gücü anlamlarında akıl ve zekâ diğer varlıklarda az da olsa vardır; insanda ise akıl bakımından diğer canlılara göre noksanlık yoktur, en olgun derecededir. İşte, insanın, diğer canlılara göre üstün varlık olması onun akıl, zekâ ve düşünme kabiliyetleriyle beraber; hayal etme, tercih etme, konuşma ve isteme gibi özelliklere sahip olmasından ileri gelir.
Konuşma kabiliyeti; insanın, akıl, düşünme, hayal etme, isteme ve seçme ile ilgili konulardaki sonsuz diyebileceğimiz; tespit, değerlendirme, istek ve tercihlerine tercüman olur. İnsan, gözüyle; görünen dünyaya bir pencere açtığı gibi; dil penceresiyle mükemmel varlığını dışa açar.
Biyolojik olarak insandan yaş, güç, boy, vücutça ileri olan canlılar; konuşma, isteme, tercih etme gibi özelliklere insan derecesinde sahip olmadığından insan varlığı karşısında eksiktir. İnsanı güçlü ve üstün kılan maddi olmayan bu nitelikleridir. İnsan, diğer canlılarda bulunmayan bu özellikleri dolayısıyla “gelişmiş varlık” sıfatıyla nitelenir. Bu yönüyle dil, insanın üstünlüğünü gösteren bir ayrıcalığa sahiptir. İnsan, bu üstün varlığının ürünlerini dil aracılığı ile aktarır.
Konuşma yoluyla, istek, dilek, duygu ve düşünce anlatma insanın özelliğidir. Diğer varlıklarda aralarında anlaşmayı sağlayan çeşitli seslenmeler, davranışlar vardır; fakat insandaki gibi konuşma yoktur. Papağan gibi bazı kuşlara yüzlerce kelime öğretilebilmekte, maymunların da birkaç yüz kelimeye tepki vermeleri sağlanmaktadır. Bu gibi konuşma ve algılama işi sürekli olmayıp öğretilen hayvanla sınırlıdır. Papağanlar ve diğer hayvanlar, öğrendiklerini kendi nesillerine aktaramaz ve öğrendiği bu kelimelerden düşünce ürünleri meydana getiremez, bunların yaptıkları adı üzerinde “papağanlık”tır.
İnsanı, birçok bilim dalı kendi inceleme alanına göre değişik şekillerde tanımlar; sosyolojinin “İnsan sosyal bir canlıdır”, biyolojinin “İnsan, biyolojik bir varlıktır”, felsefenin “İnsan düşünen bir canlıdır”, psikolojinin “İnsan psikolojik bir canlıdır” tanımlamaları gibi. Bu saydıklarımızda insanın sosyal olması, canlılığı, düşünmesi, psikolojik durumu da hep dille ilgilidir; onun toplum içindeki işlevi, biyolojik varlığı konuşması ile görünür; düşündüklerini ifade etmesi, psikolojik özelliklerini yansıtması en güzel şekilde dille olur.
İnsan düşünen bir varlıktır, insanın yaptığı her şey düşünceye bağlıdır; düşünce de dille anlatılır. Dil, düşüncenin yapıcı bir organıdır[3]. Bu bakımdan, dile; “düşüncenin evi”[4] denmiştir. Düşüncenin önemli bir aracı olan dil ile düşünce arasında bağlantı vardır. Kimi düşünürlere göre dil yalnızca düşünmenin aracı değil, tersine düşünceyi var eden bir etkinliktir. Aristoteles, insanı “logos”u olan canlı bir varlık; “logos”u da söz, dil, düşünce ve akıl olarak tanımlar. Aristo’ya göre insanın, onu diğer varlıklardan ayırt eden en önemli yanı “dil”idir; insanın, akıl sahibi olması söz edebilen bir varlık olmasına dayanır[5]. İngiliz Bacon da aklı yöneten şeyin gerçekten dilin kendisi olduğunu söyler[6].
Dilin anlaşma aracı olması; insanın, onu hem kendini anlatmada, hem de diğer insanları anlamada kullanılmasıdır. İnsan varlığı dil ile ortaya çıkar Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig’teki “Dili olmayana insan mı denir?” sözü; insan konuşuyorsa vardır, anlamıyla; insanın, konuşmasıyla varlığını ifade edebildiği, dilin varlık işareti olduğu, konuşmanın; insanı, diğer varlıklardan ayırıp “insan” derecesine yükselttiğini anlatır.
“İnsan, konuşan bir canlıdır.” sözü dilin konuşma ve anlaşma aracı olarak insan varlığındaki önemini vurgular. Varlıklar içinde sesi şuurlu bir şekilde kullanabilen, düşünebilen, isteyebilen ve bunları konuşma yoluyla aktarabilen tek varlık insandır. İnsanın bu özelliği onun doğasının sonucudur. İnsan doğasında dil varlığı bulunduğu için dil doğal bir araçtır.
İnsan, dili edinecek ve öğrenecek yeteneklerle doğar. Dili edinmek ve öğrenmek için kişinin varlığında konuşma ve işitme organları ve beyninde konuşma merkezinin olması gerekir. Doğasında bu donanımla dünyaya gelen insan, kendisini bir dil ortamında bulur; onun içinde yetişir. Anne kucağından itibaren dille karşılaşan insan, zamanla çevresinde konuşulan dili edinir. İnsanların, doğdukları toplumda konuşulan dilin dışında başka bir dil edinmeleri mümkün değildir. Daha ileriki yıllarda kişilerin ikinci bir dili konuşması, öğrenme ile olur. Beyninde konuşma merkezi olmadan doğan bir insan konuşamaz; çünkü onların doğasında dil yoktur. Sağır ve dilsizlerin durumu böyledir. Bunlar ne konuşur ne de işitirler. Dilin, insan varlığındaki öneminden dolayı anne ve babalar ilk önce çocuklarının fiziki bakımdan kusursuz olup olmadıklarına bakarlar, işitip işitmediklerini kontrol ederler; çocuk seslere tepki veriyorsa, işitiyordur; işitiyorsa, konuşur; demek, konuşma yeteneğine sahip bir çocukları vardır. Anne ve babaların bu dikkati insan varlığında dilin öneminden dolayıdır.
Toplum hayatında, doğumdan ölüme kadar hemen her anlaşma dil ve onun ürünleriyle olmaktadır. Sanat, edebiyat, kültür, eğitim, öğrenim, bilim, siyaset, yönetim, basın-yayın; gazete, radyo, televizyon... hepsi, sözlü veya yazılı olarak dille yapılır; insanlar, birbirleriyle ve toplumla dil aracılığıyla anlaşır. İnsanın, dil yardımıyla anlaşması, yaşadığı zamanla da sınırlı değildir, kendisinden önceki devirlerde yaşamış insanları anlaması ve kendisini sonraki çağlara anlatabilmesi de dille olmaktadır. İnsanlık tarihi; insanların, anlama ve anlatma çalışmalarının bir sonucudur. Dünyanın hangi devrinde ve neresinde olursa olsun medeniyet, kültür, sanat, edebiyat ve bilim adına ne yapılmışsa dil sayesinde olmuştur ve bundan sonra da yapılacaklar dil ile olacaktır.
(İsmail Aksaraylı. Türk Dili, 3. Baskı, Manisa, 2007, s. 9 - 12)
[1]Prof. Dr. Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, İst., 1972, s. 3.
[2]Doğan Aksan, Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, 2. Baskı, Ankara, 2003, I. C, s. 51.
[3]Wilhelm Von Humbold
[4]Martin Heidegger
[5]Aristoteles, Ana Britannica, http://www.sonboyut.net/UNLULER/Aristoteles.HTM
[6]Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun, Prof. Dr. Hamza Zülfikar, Prof. Dr. İsmail Parlatır, Prof. Dr. Mehmet Akalın, Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Prof. Dr. Necat Birinci, Türk Dili ve Kompozisyon Bilgileri, 6. Baskı, Yargı Yayınevi, Ankara, 2003, s. 24.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder