21 Aralık 2008 Pazar
Hâne'li kelimelerimiz
Hane kelimesi...
Farsçadan dilimize geçmiş olan hane kelimesini ne de çok sevmiş ve benimsemişiz.. Farslar bile bizim kadar hane kelimesini dillerinde baş tacı etmemiş, bizim kadar bu kelimeden türetmeler yapmamışlardır.Farsçadaki hane'li kelimeler şunlardır: ahengerhane (demirci dükkânı), daruhane (eczahane), defterhane (muhasebe evraklarının saklandığı mekân ), düşekhane (döşek yeri), lengerhane (aş evi), temaşahane (tiyatro), zerrathane (cephane), misafirhane, golhane (gülhane), derhane (saray), mektephane (okul), meyhane vb.
Gelelim bizim türetmelerimize. Arapça darp kelimesine hane’yi getirip darphane; Farsça kökenli çamaşır kelimesine hane’yi ekleyip çamaşırhane yapmışız. Türkçe kökenli kelimelere hane sözünün eklendiği durumlar daha çok: yağhane, balıkhane, basmahane, boyahane vb.
Yunanca kelimelere bile hane’yi getirip kelime türetmişiz. Kiremithane, marangozhane vb.
"Türk milleti tarafından fethedilmiş topraklar nasıl Türk vatanı olmuşsa, aynı millet tarafından fethedilmiş kelimeler de öyle Türk kelimesi olmuştur." diyen Nihat Sami Banarlı hak vermemek akıl kârı değil.
13 Aralık 2008 Cumartesi
Türk devleti mi,Türkiye devleti mi?
"Türkiye, devleti ve milletiyle bu güçlüğü yener." cümlesinde Türkiye ve devleti bir arada kullanılabilir. Ancak bu durumda Türkiye sözünden sonra virgül konması gerekir. Yıllardan beri Türk devleti derken şimdi bunun yerine Türkiye devleti demek nereden çıktı?
Türk yerine Türkiyeli diyenler Türk devleti yerine Türkiye devleti demeyi tercih ediyor.Türk yerine Türkiyeli demek ne kadar yakışıksızsa,dil açısından da Türk devleti yerine Türkiye devleti demek o kadar yakışıksızdır.Ya Türk devleti ya da Türkiye denir.Aralarındaki farkı hatırlamak için "Türkiye,Türk devletidir " cümlesini ehemniyete haizdir.
Türkçe mucizevî bir dildir,bu dilin kâidelerine sadık kaldıkça Türklüğe hasım olmak bile mümkün değildir.
Korkunç(acayip,müthiş) güzel
Son yıllarda çok, pek çok gibi sıfatlar varken bunların yerine acayip, korkunç, müthiş, inanılmaz gibi sıfatların kullanılması kulakları tırmalıyor. “Müthiş bir fırtınaya tutulduk” cümlesinde müthiş; “Dünya değişti insanlar bir acayip oldular” cümlesinde acayip; “Korkunç bir canavar sesiyle uyandık” cümlesinde korkunç yerinde kullanılmıştır. Her ismin, sıfatın yerinde kullanılmaması, sayılı kelimeler içinde kalınması anlatımı daralttığı gibi düşünceyi de körleştiriyor.
Meselâ; Korkunç güzel ucubesini ele alalım.Korkunç güzele sıfat olmaz,güzel olan mest eder ve korkuyla yanyana gelmesi tezattır.
Olsa olsa; korkunç sahne olabilir,güzel olanla oyuncunun sahnedeki mahareti kastedilebilir.
Meselâ; Korkunç güzel ucubesini ele alalım.Korkunç güzele sıfat olmaz,güzel olan mest eder ve korkuyla yanyana gelmesi tezattır.
Olsa olsa; korkunç sahne olabilir,güzel olanla oyuncunun sahnedeki mahareti kastedilebilir.
Cami
Cami kelimesine getirilen iyelik ekinin ne olması gerekiyor?Bazen camii bazen camisi kullanımına tesadüf ediliyor.Ancak bu kargaşaya mâhal vermemek için tek türlü kullanımın yaygınlaşması lâzım.İkinci i 'nin Sultanahmet Camii, Kocatepe Camii gibi tamlamaların tesiriyle cami kelimesine eklendiği vakıadır. Bir ad getirilmeden, bir tamlama kurmadan cami kelimesine i ekinin getirilmesine gerek yoktur. Bu durumda tamlamalara -si iyelik ekinin getirilmesi Sultanahmet Camisi,Kocatepe camisi bu tür yanlış kullanımları da önler.
İrtikâp
İrtikâp,Arapça kökenli bir kelimedir. Kâb hecesi uzundur. Bu hecenin bünyesinde kalın k, yani kaf değil, ince k yani kef bulunur. Dilimizde bu tür kelimelerdeki farklı iki k sesini birbirinden ayırmak için ince olanın önündeki ünlünün üzerine düzeltme işareti konulur. Bu işaret kullanılmadığı ve görevinin ne olduğu açıklanmadığı için pek çok kimse bunu kalın okumaktadır. Bir hukuk terimi olan ve “kötü iş işlemek, rüşvet yemek” anlamındaki irtikâp kelimesi bir zamanlar "yiyicilik" sözüyle karşılanmıştı.
Kelimenin söyleyişiyle ilgili bir başka sıkıntı son ses p’nin ünlü ile başlayan bir ek aldığında b sesine dönüşmesidir. İrtikaba meydan vermeyecek biçimdeki bir anlatımda irtikâp’ın son sesi değişip yumuşamaktadır.
Bu tür yabancı ismin birlikte kullanılacağı yardımcı fiilinin ne olabileceğini de düşünmememiz gerekir. İrtikâp’ın taşıdığı anlam geçişlidir ve buna uygun düşen fiil etmek’tir.
Makûs
“Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makus talihini de yendiniz...”
Bu söz,İnönü savaşları sonrasında Cumhuriyetimizin bânisi Gazi Mustafa Kemal tarafından İsmet İnönü'ye söylenmiştir.
Makûs
Lûgatler, makûs şeklinde yazılması gereken bu kelimeye “baş aşağı getiriliş, ters çevrilmiş, ters döndürülmüş” anlamlarını vermiş ve kelimenin mecaz anlamlarını ise “kötü, uğursuz” olarak göstermişlerdir. Oysa Atatürk, makûs sözünü millet talihine bir sıfat olarak eklemiş ve burada “yolunda gitmeyen, aksiliklerle dolu, gereği gibi işlemeyen” anlamlarında kullanmıştır.
Arapça kökenli olan makûs sıfattır ve bünyesinde ayın sesi bulundurur.Söz konusu ayın sesi bugün yerini a sesine bırakmış ve ilk hecenin uzun okunmasına sebep olmuştur. İkinci hecesi ise kusmak fiilinin kus hecesi gibi telaffuz edilmez, bünyesinde bulunan ünsüz, kalın olan kaf değil, kef'tir. Bundan dolayı düzeltme işaretiyle aynı zamanda uzun olan kûs hecesi ince okunur.
Ma'kûs imlası zamanla terkedilmiştir.Bugün kabul gören imlası makûs’tur.
Bu söz,İnönü savaşları sonrasında Cumhuriyetimizin bânisi Gazi Mustafa Kemal tarafından İsmet İnönü'ye söylenmiştir.
Makûs
Lûgatler, makûs şeklinde yazılması gereken bu kelimeye “baş aşağı getiriliş, ters çevrilmiş, ters döndürülmüş” anlamlarını vermiş ve kelimenin mecaz anlamlarını ise “kötü, uğursuz” olarak göstermişlerdir. Oysa Atatürk, makûs sözünü millet talihine bir sıfat olarak eklemiş ve burada “yolunda gitmeyen, aksiliklerle dolu, gereği gibi işlemeyen” anlamlarında kullanmıştır.
Arapça kökenli olan makûs sıfattır ve bünyesinde ayın sesi bulundurur.Söz konusu ayın sesi bugün yerini a sesine bırakmış ve ilk hecenin uzun okunmasına sebep olmuştur. İkinci hecesi ise kusmak fiilinin kus hecesi gibi telaffuz edilmez, bünyesinde bulunan ünsüz, kalın olan kaf değil, kef'tir. Bundan dolayı düzeltme işaretiyle aynı zamanda uzun olan kûs hecesi ince okunur.
Ma'kûs imlası zamanla terkedilmiştir.Bugün kabul gören imlası makûs’tur.
12 Aralık 2008 Cuma
Hak etmek-Ha'kketmek
Hak etmek birleşik fiilinde yer alan hak kelimesini ince ünlü taşıyan etmek fiiline ulayarak a ünlüsünü ince telâffuz ediyoruz. Bu yanlış söyleyiş çok yaygın olarak duyuluyor. “Kazıma” anlamına hak ile kalın söylenen ve bir hukuk ıstılâhı olan “kazanım” anlamındaki hakk '
hak etmek
1. bir emek karşılığı hakkı olan şeyi elde etmek, hak kazanmak: “Mutlu, başarılı, kendine güvenmeyi hak etmiş birisi.” -T. Buğra. 2. layık olduğu kötü karşılığı almak; 3. bir başarı dolayısıyla ödüllendirilmek: “Kadın dergileri bizi göklere çıkarıyorlardı, bunu da hak etmemiştik.” -A. Ağaoğlu.
hakketmek, -der Ar. §akk + T. etmek
(-i, -e) (ha’kketmek) 1. Maden, ağaç, taş üzerine elle yazı veya şekil oymak. 2. (-i) Yazı ve şekilleri kazıyarak silmek.
Tercüme Türkçesi!
Yeni nesil "Size (sana) tekrar döneceğim" veya "Bana geri döner misin?" cümlelerini kullanıyor. Bilhassa ticarethanelerde veya çeşitli müesselerde haber almak veya haber vermek, bir bilgiyi doğrulamak için kullanılan bu cümleler, son yıllarda tercüme yoluyla dilimize giren cümlelerden biridir. I call back biçiminde İngilizcede sık geçen bu cümlenin Türkçeye çevirilmiş hâli "Size (sana) tekrar döneceğim" veya "Bana geri döner misin?" bilgi almak veya bir bilgiyi teyid etmek maksadına matuf olarak konuşmacılar arasında geçmektedir.
Bundan önce de bu tür kalıp sözler Kendine iyi bak, Bizi izlemeye devam ediniz gibi tercüme yoluyla Türkçeye nakledilmişti.
Türkçe kelimeler muhteva etmesi ve Türkçeye göre yapılmış cümleler olması bakımından ilk bakışta dilimiz için zararsız kanaati hasıl eden bu hususun düşündürücü tarafı; sanki Türkçede böyle bir anlatımı karşılayacak sözler yokmuş gibi çeviri sözlere gidilmesidir.
Bu anlatım Sizi tekrar arayacağım diyerek pek iyi karşılanabilir.
Böyle bir cümle kullanmakta bir eksiklik mi var?
Bu cümleyi rahatlıkla kurabilen bir Türk, neden böyle bir çeviri söze başvurur?
Yabancı dil bilenlerin ve kendi dilinin inceliklerini yeterince bilmeden körü körüne bildiği yabancı dilin sözlerini Türkçeye çevirerek konuşanların artması bu olumsuz gelişmeye sebep olarak gösterilebilir. Anlaşılan işin temelinde ana dil hassasiyeti olmama,yabancı dil hayranlığı ve yabancı dillerin söz kalıplarını kullanmakla özentisi bulunmaktadır.
...
Ey gafiller!Dilinizi eşşek arısı soksun.
Bundan önce de bu tür kalıp sözler Kendine iyi bak, Bizi izlemeye devam ediniz gibi tercüme yoluyla Türkçeye nakledilmişti.
Türkçe kelimeler muhteva etmesi ve Türkçeye göre yapılmış cümleler olması bakımından ilk bakışta dilimiz için zararsız kanaati hasıl eden bu hususun düşündürücü tarafı; sanki Türkçede böyle bir anlatımı karşılayacak sözler yokmuş gibi çeviri sözlere gidilmesidir.
Bu anlatım Sizi tekrar arayacağım diyerek pek iyi karşılanabilir.
Böyle bir cümle kullanmakta bir eksiklik mi var?
Bu cümleyi rahatlıkla kurabilen bir Türk, neden böyle bir çeviri söze başvurur?
Yabancı dil bilenlerin ve kendi dilinin inceliklerini yeterince bilmeden körü körüne bildiği yabancı dilin sözlerini Türkçeye çevirerek konuşanların artması bu olumsuz gelişmeye sebep olarak gösterilebilir. Anlaşılan işin temelinde ana dil hassasiyeti olmama,yabancı dil hayranlığı ve yabancı dillerin söz kalıplarını kullanmakla özentisi bulunmaktadır.
...
Ey gafiller!Dilinizi eşşek arısı soksun.
İmlâ ve şöyleyiş hatalarımızdan bazı misaller
Dükkân (yanlış söyleyiş dükkan), Hikâye (yanlış söyleyiş hikaye), ekâbir (yanlış söyleyiş ekabir), idrâk (yanlış söyleyiş idrak), irtikâp (yanlış söyleyiş irtikap), iskân (yanlış söyleyiş iskan), imsâk, imsâkiye (yanlış söyleyiş imsak, imsakiye), mekân (yanlış söyleyiş mekan), mükâfat (yanlış söyleyiş mükafat), rekât (yanlış söyleyiş rekat), şikâyet (yanlış söyleyiş şikayet), rükû (yanlış söyleyiş rüku), sükûn (yanlış söyleyiş sükun), tekâmül (yanlış söyleyiş tekamül), vekâlet (yanlış söyleyiş vekalet), zekâ (yanlış söyleyiş zeka), zekât (yanlış söyleyiş zekat), istikamet (yanlış söyleyiş istikâmet), ikaz (yanlış söyleyiş ikâz), ilhak (yanlış söyleyiş ilhâk), ikamet, ikametgâh (yanlış söyleyiş ikâmet, ikâmetgah), nikap (yanlış söyleyiş nikâp), rekabet (yanlış söyleyiş rekâbet)...
Bu vesileyle temas etmek istediğimiz bir husus daha var;
“Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımız. Şurası unutulmamalıdır ki, millî benliğini unutan milletler başka milletlerin şikârı olurlar. " cümlesinde “av” anlamındaki Farsça kökenli şikâr bugün unutulmuştur. Sırası geldiğinde Atatürk’ün bu sözünü söyleyenlerin bazen şikar kelimesinin kâr hecesini kar diye telaffuz ettiklerini duyuyoruz. Oysa bu kelimenin kâr hecesi incedir.
Bu vesileyle temas etmek istediğimiz bir husus daha var;
“Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımız. Şurası unutulmamalıdır ki, millî benliğini unutan milletler başka milletlerin şikârı olurlar. " cümlesinde “av” anlamındaki Farsça kökenli şikâr bugün unutulmuştur. Sırası geldiğinde Atatürk’ün bu sözünü söyleyenlerin bazen şikar kelimesinin kâr hecesini kar diye telaffuz ettiklerini duyuyoruz. Oysa bu kelimenin kâr hecesi incedir.
Kânunuevvel,Kânunusani
Eski ay adları tarihe karıştı, yerine yenileri geldi. Ancak ekim, aralık, ocak dışında diğerleri gene de yabancı kökenlidir. Bazısı Arapça (Kasım), bazısı Süryanice (Nisan), bazısı da Lâtince (Mart) kökenlidir. Eski ay adları tarihe karışırken okunuşları da kullanılmaya kullanılmaya unutuldu. Dolayısıyla bu tür ay adlarını kullanmak gerektiği zaman bazı okuma yanlışları ortaya çıkıyor. Yılın ilk ve son aylarının adları olan kânunuevvel ile kânunusani kelimelerinin ilk hecelerindeki a üzerine düzeltme işareti koyma alışkanlığı olmadığı için bu kelimelerin baştaki heceleri “yasa” anlamındaki kanun kelimesinin ilk hecesinin ses değerinde telâffuz ediliyor. Hâlbuki bu kelimelerin ilk hecelerindeki k sesi ön damak ünsüzüdür; dolayısıyla a sesi de incedir. Bu hususa dikkat edilmediği zaman kânun sözü bir yandan “musikî aleti” olan kanun, diğer yandan “yasa” anlamındaki kanun ile karışır.
8 Aralık 2008 Pazartesi
Altını Çizmek
Eski tabiriyle dillere pelesenk olan yani dile dolanan, dilden düşmeyen altını çizmek deyimi öteki karşılıklarını, yakın anlamlı kelimeleri dilin dışına itmiştir. Altını çizmek yeni bir sözdür. Önemle üzerinde durmak, önemle belirtmek, vurgulamak, vurgulayarak belirtmek, dikkati çekmek gibi karşılıkların yerine bugün bir tek bu söz kullanılıyor. Eskiden bu kavram için dilde tebarüz etmek, ehemmiyetle ifade etmek, nazar-ı ehemmiyete almak gibi karşılıklar vardı.
İfade gücümüzü altını çizmek ile sınırlı kalmış olması bizi üzüyor.
Alt sözü altında kalmak, altından Çapanoğlu çıkmak, alt etmek, altını üstüne getirmek, altına yatmak, altını pislemek, altını ıslatmak gibi deyimlerde görülür. Alt maddesi içindeki sözler daha çok, hoş olmayan menfî anlamlarda kullanılmıştır.
Hâsılı; tebarüz etmek, ehemmiyetle ifade etmek, nazar-ı ehemmiyete almak deyimlerini kullanmaktan imtinâ etmeyelim.
İfade gücümüzü altını çizmek ile sınırlı kalmış olması bizi üzüyor.
Alt sözü altında kalmak, altından Çapanoğlu çıkmak, alt etmek, altını üstüne getirmek, altına yatmak, altını pislemek, altını ıslatmak gibi deyimlerde görülür. Alt maddesi içindeki sözler daha çok, hoş olmayan menfî anlamlarda kullanılmıştır.
Hâsılı; tebarüz etmek, ehemmiyetle ifade etmek, nazar-ı ehemmiyete almak deyimlerini kullanmaktan imtinâ etmeyelim.
Azerbaycan
Azerbaycan kelimesinin ses uyumuna sokulup Azarbaycan olarak telâffuz edildiğine sık sık şahit oluyoruz. İlk hecedeki ünlünün kalın oluşu ikinci heceye tesir ediyor; ikinci hecedeki ince e sesi kalın a olarak söyleniyor. Oysa kelimenin ilk hecesi uzundur; bu dikkate alınmıyor. Aynı durum Azerî sözünün ilk hecesinde de söz konusudur. En başta dile vâkıf olmakla mükellef aydınlarımız bile Azeri demek sûretiyle kelimenin ilk ve son seslerini kısa telâffuz ediyor.
Düzeltme işaretinin (^) uzun heceyi göstermek üzere kullanılması kaldırıldığından ve bu durum işitmeye, kulak yoluyla öğrenmeye bırakıldığından bu yana Türkçede uzun hecelerin kısa söylenmesi giderek yaygınlaşmış; günümüzde uzun heceyi kısa okumak epeyce artmıştır. Bu durum ikili imlâdan sonra,ikili söyleyişi de yol açmıştır.
Taktir-Takdir
İmlâ Kılavuzu’nu masasında bulundurmayan bir hanımefendiye, yaptığı yazışmaların sıklığını görerek “Size bir İmlâ Kılavuzu gereklidir.” dedim. Bunun üzerine hanımefendi “Aman hocam bu yaştan sonra İmlâ Kılavuzu’na mı bakılır?” dedi. Yazıları arasında gözüme taktir edileceği gibi bir satır ilişti. Oysa takdir ile taktir anlamca da farklı sözlerdir. K sert sesinden sonra iç seste d kolayca t sesine dönüştürülüyor ve böyle yazılıyor. Hâlbuki “beğenme, değer verme” anlamındaki takdir, katre köküyle alâkalı olan taktir (damıtmak)’den ayrı bir sözdür.
Âşık Olmak
Türkülerimizde geçen bu birleşik fiilin ilk kelimesi olan âşık sözü giderek kısa söylenmeye başlandı. Sahnede aşık oldum diye bu fiili kısa okuyanlar, bu söyleyişi ile meşhur oldular ve bu bozuk telâffuzu maalesef dile yerleştirmeyi başardılar. İlk hecesi uzun olan ve anlamca ayaktaki aşık kemiğinden farklı olan Arapça kökenli âşık sözünün ilk hecesi uzundur. Birbirine benzeyen bu iki sözden “Bir kimseye veya bir şeye karşı aşırı sevgi ve bağlılık duyan kimse” anlamında olanına düzeltme işareti konulur ve ilk hece uzun okunur, dolayısıyla bu birleşik fiil âşık oldum diye söylenir.
Anîden
Bilindiği gibi an Arapça kökenli bir kelimedir. Anî ise nispet i’sini almış an kelimesinin sıfatıdır. Bu kelime için Cumhuriyet Döneminde teklif edilen olan karşılık birden sözüdür. Anî bir hareketle ayakları üzerine kalktı biçimindeki bir kullanımda anî sıfatı yerine birden kullanılacak olursa cümlede de küçük bir değişiklik yapmak icap ediyor. Birden ayakları üzerine kalktı cümlesindeki anlam hareketi de içine almaktadır. Ancak burada birden, anî misalinde olduğu gibi artık sıfat değil, bir zarftır. İşte bu açığı kapatmak için anlaşılan dilde anî yanında bir de bunun zarfına gerek görülmüş ve nispet i’si üzerine -den durum eki gelmemesine rağmen anîden biçimi yaygınlaşmıştır. Buna göre anî sözünü sıfat, anîden sözünü ise zarf görevinde bilerek kullanmalıyız.
Yapmak Fiili ve Süleyman Nâzif
Yâkup Kadri Karaosmanoğlu, dönemin çeşitli yazarlarını değerlendirirken Süleyman Nazif’in yapmak fiiliyle ilgili duyarlığına şöyle yer veriyor:
“...Üstad, günlük gazete yazılarımın birinde , bilmem kimden bahsederken, bilmem neden dolayı “vazifesini yaptı” diye bir tabir kullandığım için başka bir gazete(de) beni bir ortaokul öğrencisi gibi paylamış ve “şu yapmak” fiili çıkalı birçok şeyler yıkıldı diye kükremişti.
İtiraf ederim ki, o günden beri, ben hâlâ “yapmak” fiilini kullanırken tereddütten tereddüde düşerim; hele Türkçede “vazife görmek, vazifesini yerine getirmek” gibi söz şekilleri varken “vazifesini yapmak” demekten ürkerim ve günlük gazetelerin baş sayfalarının 36 puntoluk manşetlerinde sık sık gözüme çarpan “konuşma yaptı, açıklama yaptı” gibi laflar karşısında üstadın hayalini (görür) diken diken sakalı ve sivri dişleriyle üstüme saldırır hissederek irkilir kalırım.
Süleyman Nazif iyi ki vaktinde öldü. Yoksa, elinden ve dilinden çekemeyeceğimiz kalmayacaktı.Yoksa aklını oynatıp bizi boğmaya kalkışacaktı. Hayır belki de Türkçeyi yeni öğrenmeye başlamış bir ecnebiyi taklit ettiğimizi sanarak kahkahalarla gülecekti. Ya da bize şöyle sataşacaktı: “Mademki, konuştu yerine konuşma yaptı diyorsunuz: neden geldi yerine gelme yaptı, gitti yerine gitme yaptı demiyorsunuz?” (Gençlik ve Edebiyat Hatıraları -Yâkup Kadri Karaosmanoğlu- 173. s)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)